4 Haziran 2013 Salı

bir @havfbusrareca yazısı "Gezi P."

-yazıyı gezi parkı akıllarda, biber gazlı, alevler içinde hatırlanmasın diye, güzel yeşil bi kareyle yayınlayım dedim ama gugıl görsellerde yalnızca 1 yeşil fotoğraf bulabildim, güzellikleri hızla unutmakta üstümüze yok sanki?-


“Bugün bir yazı yazmayı düşünüyordum. Öylesi çok daha iyi oluyor, karakter kısıtlamasıyla baş edilebilecek şeyler yaşamadık çünkü. Sakinleşmiştim, olayları daha objektif görmeye başlamıştım. Sonra Arınç’ ın konuşmasını dinledim. Ve o saatlerden beri kafamda aynı cümle. Üstünde durmak istediğim konuyu başka hiçbir şey bu kadar naifçe anlatamazdı. Bir sürü şey konuşuldu. Kimse dinlemedi, hep konuşuldu, herkes konuştu. Ama en güzel cümleyi o söyledi: 
‘yaşam tarzından dolayı acı çekmiş kimseler olarak başkasının yaşam tarzına asla müdahale etmeyiz.’
Yani bunun üzerinden geçip gidilmeyecek arkadaş, bu hafızalara kazınacak, ne bileyim, mesela bugün herkes bunu konuşacak. Oraya çıkıp o sözü söyleyebilmesinin ne büyük erdem olduğunu, biz kastettiği acıları çekerken gazetesiyle çayını yudumlayan adam değil, biz bileceğiz. Onlar ‘zaten böyle yapacaksınız, ya ne yapacaktınız?’ diyecek, onun hakkını biz vereceğiz. Çünkü 28 şubatı iliklerine kadar yaşamış birinin, zerre kadar kin barındırmayan bu ifadeyi kullanabilmesi inanın basit bir olay değil, hoşgörünün gidebileceği son nokta. Allah kendisinden razı olsun. O’nu kuyuya atarak canına kasteden ağabeylerine ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok.’ demesi gibi Hz. Yusuf’un. 
Ben iki gündür kendimi sorguladım, acaba biz diyebiliyor muyuz bunu? Hesap gününe inanan; ama amelde bunu çoğu kez unutarak her şeyi burada bekleyen canı yanmış Müslümanlar olarak, biz bunu söyleyebiliyor muyuz?
Yazıyı uzatmak istemediğim için size o acı içerikli günlerden bahsetmeyeceğim, sonra okumuyorsunuz. ama şunu çok net söyleyebilirim ki, bu olaylar sırasında, özgürlüklerinin ellerinden alınacağı korkusuyla meydanlara çıkıp yaralanan insanların görüntüleri benim canımı yaktı. Çok fazla arkadaşım eylemlerin içerisindeydi ve onlar için hep endişelendim. (eylem derken duvarlara edepsizce yazılar yazan, kamu mallarına ciddi zararlar veren vs. provakasyonlara alet olmuş kişilerden bahsetmiyorum, onlar insan değil zaten.) Destekliyor muyum? Hayır. Ama üzülüyorum. Çünkü biz yaşadık bunları çocuklar, onlarda sadece yaşama korkusu var, biz yaşadık. İşte bu yüzden o söz çok kıymetli.
Çok fazla hak verdiğim yazı oldu, birinde sokaklardakiler 10 yılın öfkesini kusuyor, ama sessiz çoğunlukta 80 yılın birikimi var diyordu. Bu gerçekten çok doğru bir tehlike. 
Benim asıl sormak istediğim bir şey var. Uykularımı kaçıran bir soru. Cevap bulmayı gerçekten çok istiyorum. Siz bunları yaşarken neler hissettiğimi samimi bir şekilde anlattım. 
Ama Allah aşkına bana cevap verin, biz okulların kapısından içeri alınmayıp job yerken, aşırı ve hatta binom açılımlı güçlere maruz kalırken, hassasiyetlerimiz ayaklar altına alınırken, kişiliğimize hakaret edilirken, özgürlüğün ‘ğ’ sine bile sahip değilken, üniversitede başörtümüzün üzerinde o saçma peruklarla, gülen herkesi üstümüze alınırken, biz ağlatılırken sizin de içiniz acıdı mı? Sadece evet demeniz bile yeterli, bilmek istiyorum, gerçekten pijamalarınızla ayaklarınızı uzatıp gazeteden bize bakıp çayınızı yudumlamadığınızı söyleyin, yeter. Soracaklarım bu kadar.
İnşallah maksadımı aşan cümleler sarf etmemişimdir, özür dilerim yumuşak ‘g’. 
Bu arada, başbakana da çok kızmayın, şiir okuduğu için içeriye atılmış bir adamdır nihayetinde.”
Sağlıcakla.
@havfbusrareca

bu yazının tamamına katılmamakla birlikte ‘herkes aynı fikirde olduğu sürece, yeterince düşünülmemiştir’ i arkama alarak ve meselenin her fikre açık olmakla çözüleceğine olan inancımın bi göstrgesi olsun diye bu yazıyı kendi blogumda yayınlıyorum..
Büşra’yı buralarda daha sık görmeyi umuyorum..

28 Nisan 2013 Pazar

Kendini saraylı sanan ey benim keyfim..


ibrahim tenekeci gecesi olsundu bu gece.

Şiir düzenimi bozdu benim
Diyecektim demedim...

Seni öpmem gerekiyor,hasar tespiti için
Diyecektim,demedim


Bu kadar mezarın arasında ne büyür 
 Diyecektim,demedim


Kendini saraylı sanan ey benim keyfim 
Diyecektim,demedim


Siperi yerinden edecek bir şey 
Diyecektim,demedim...


Ben de buranın yabancısıyım 
Diyecektim,demedim


Açılır kapılar,elimiz açılırsa 
Diyecektim ,demedim


Güneş girmeyen sektör dergilerinden Sakınır gibi sakındım sizden 
Diyecektim,demedim


Gözü üstümde bir dolu insan
Diyecektim,demedim


Senin yanında ömrüm uzuyor 
Diyecektim,demedim


Diploman olmasa da severdim seni
Diyecektim,demedim


Şiirler yazdım zoruma gitsin diye 
Diyecektim,demedim

Gıda reyonunda çalışanlarNiçin bu kadar zayıflar 
Diyecektim,demedim


İsmini bilmediğim insanlar Dostlarımdan daha yakınlar bana
Diyecektim demedim


Bir ölüm kaldı özü sözü bir
Diyecektim,demedim


Sen böyle güzelken söz düşmez
Diyecektim,demedim


İşsiz kalmış sokaklar bile
Diyecektim,demedim


Uykumu aldım da geldim ben sana
Diyecektim,demedim


Hani nerde bu denizin dalgası 
Diyecektim,demedim...

11 Kasım 2012 Pazar

otuzüç yan iki açar.


hayatım boyunca şanslı olduğumu düşündüm. 
okuduğum okuldan, sınıfımdaki arkadaşlara, ilkokulda da lisede de seçilmiş şanslı insanlardık biz.
en azından öyle hissederdik.
herneyse üni. de şansım yaver gitmeye devam etti, kolay ödevler bana denk gelir, sınav çalıştığım(!) yerden çıkar, hiç alakam yokken hocanın doktora tezine ben yardım ederim(tamam bu biraz amelelik ama az buçuk, hiç yoktan, gelir.) derken spora yazılmaya gittiğim de 'bizimle çalışmak ister misiniz?' derler en ufak nöronumun ucundan geçmemişken kendimi işe alınmış bulurum.
karakter analizi yapan hatun merak etme ömrün boyunca şanslı olucaksın dedi bana.
inandım.
inandığım için olur sandım.
taa ki perşembe günü okey oynarken ilk elde elimde okey olmadıını farkettim, neyse ortadan çekerim düşüncesiyle 2 3döndük ne okey var orta da ne per. bi terslik vardı. o an dedim, bitti. buraya kadarmış. okey nası bana gelmez lan.

hakkat geçen perşembeden beri şansım yaver gitmiyo sanki. zaten kasım ayındayız ne bekliyorum ki.
biliyosunuz kasımdan hiç hoşlanmam.
her neyse canımı sıkıyo bunlar hep.
okeyi ciddiye alıp taş çalınca köpüren arkadaşlarımda canımı sıkıyo.
ben aslında seviyorum insanları. aklımda onlar için hep güzel şeyler yapıyorum. ama bi türlü fırsatım olmuyo, yeminle olmuyo.
bugün dedi ki, 4yıldır bi kuru çayını mı gördük. haklı.
ben düşünceli bi insan değilim arkadaşlar çok pardon.
daha doğrusu düşünüp icraate geçemeyenlerdenim napalım.
yani beni muhtemelen sevmiyosunuzdur. diymi.
çıkarcı mıyım ha? bu mu yani. 
muhtemelen anam babam da pek sevmiyodur, onlara da bi hayrım dokunmuyo sonuçta. 
geçelim. 
şansız olduğum diğer konuda stajlar. nazlı denen iki kulaklıdan sonra stajlarda ki aşkım şevkim moralim yerle bir. 
staj gruplarımda genelde berbat oluyo. kusura bakmayın grup arkadaşlarım biliyorum siz de bana bayılmıyosunuz.

"tek tabanca" ne çekici kelime grubu be.
lakin olayı bana göre değil napayım. yoksa hala olur muydum buralarda. 
beceremem ki diymi. tek başıma.
işte size öyle geliyo.
neler yapabildiğinizi bildiğinde insanlar, sürekli beklenti içine girerler. 
bakın bana. üşengeç, armut piş ağzıma düş bi insanım diymi.
evet. evet. 
peki benden bişi bekliyo musunuz. hayır. 
hayır işte alışamamışsınız hala. bekliyosunuz.
ben üzülüyorum aslında. 
omuzlarım tutulmuş zaten.

sonuna kadar okuduysanız helal olsun valla. ben bile ikinci kez okumayı düşünmüyorum.
tamam tamam sövmeyi kesin. sustum. 

iş hayatını hiç sormayın. ben büyüyünce çalışmayı düşünmüyorum zaten. 

21 Temmuz 2012 Cumartesi

çünkü insanın kendini bile sevmediği zamanları vardır.

beyaz bi kağıdı, ucu yeni açılmış bi kalemi bile hak etmediğini düşündüğü,
üç dakikada yaptığını, üç günde aklının almadığı,
yorganı onu sarıp yok etsin istediği,
terliklerinin birer kara deliğe dönüşüp sonsuz bi boşluğa adım atmak istediği zamanlar vardır.

bu kadar bulanıkken zihni, kendi midesi bile bulanırken kendinden,
özünde bile iyi bi çocuk değilken,
mutlak bi sevgiye ihtiyaç duyar.

çünkü insanın kendini bile sevmediği zamanları vardır.

kendini sevmediği zamanlarında insan, başkalarının kendini sevme ihtimalini düşünmez bile,
çevresindeki tüm bu sevmeleri sahtelikle suçlar.

zaten 'suçlamak' kendi üzerinde edindiği tecrübeler sonucu en iyi yaptığı şey halini almıştır.
/iyi yaptığını sanmak/

iyi yazdığını sanan dingillerle dolu dünya, der.
başta kendine kızar ve kapatır defteri.

tırnaklarını yiyen bi kızdan kime ne.

31 Mayıs 2012 Perşembe







beynim eskidi şunu öğrenene kadar.
hayalini göremiyolar işte, yapıp gösterceksin arkadaş.

25 Mayıs 2012 Cuma

kivi -_-

Aslında Kivi çok efendi bir meyve ama nedense kendini tam olarak ifade edemiyormuş gibi geliyor bana hep. Domates mesela, altı üstü bi menemen olabiliyor diye halkın içinden çıkmış kahraman muamelesi görüyor ama Kivi’ye karşı hepimizin biraz önyargısı var, bu da bir gerçek. 
Şunu kabul edelim ki, hepimiz elitist bir hava sezinliyoruz Kivi’de, halk çocuğu olmaz senden diyoruz, ‘hadi ordan tropikal’ diyoruz, ağır konuşuyoruz hep Kivi’ye. 
Oysa o da istemez miydi, bu toprakların çocuğu olmayı, buralarda yetişmeyi, halkına hizmet etmeyi, en kötü bi menemen olabilmeyi… 
Efkarlandım yine lan. Kivileri çok üzüyoruz.

Bağımsız kivi insiyatifi, #Kivileryalnızdeğildir# 

Not: -Kivi kelimesinde bi mesaj var bence, Kivi’yi kaldır yerine şunu koy ve tekrar oku bir çağrışım oluyor gibi sanki- demeyin, o kadar ironi bünyeye de zarar, memlekete de.


Güven Adıgüzel'indi dimi ya.


kivi deyince aklına meyve değil de kuş gelen insanları severim.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

gemi

Deniz insandan eskidir. Şaşırtmıştır insanı. Ağaçlara, derilere, katranlara sürmüştür. Önce tomrukları birleştirerek sallar yapmışlar, daha sonra ağaç gövdelerini oyarak ilk kayıkları suya indirmişler, yelkeni keşfettiklerinde ufuk çizgisiyle yarışmaya başlamışlardır.

Ufuk çizgisi evet, peşine düşenlerle alay etmiştir hep. Göz göre göre gökle denizi buluşturarak, kıtaları birleştirme düşleri kuran denizcilere büyük gemi düşleri kurdurmuştur. Gemiler gitgide büyümüş, gövdesinden direkler, buharlar fışkırmaya başlamıştır. Ahşap kifayetsiz kalmış, demir toprağın dinginliğinden denizin coşkunluğuna akmış, kürekler yerini çarklara, çarklar yerini pervanelere bırakmıştır.

"Meçhul"e değil "malum"a giden bir gemiyle tanıştı dünya, İspanyol Armadası'nı kıskandıran. Küreklerini omuzlarına almış, liman liman forsalık yapacakları bir gemi arayanlar bu gemiyi sevmediler. Çünkü bu gemiyi insanlar taşımıyordu sırtlarında, gemi taşıyordu insanları.

Robinson Crusoe, gemisi battığında ıssız adaya düşmüştü, bu geminin yolcuları yolculuğa çıkmadan önce de ıssız bir adadaydılar. Crusoe, adaya çıktığında Cuma'yla tanışmıştı. Bu geminin yolcularıysa Cuma'yı önceden tanıyordular.

Kolomb'un tayfaları vaat edilen süre içinde karaya çıkamadıkları için isyan bayrağını kaldırmışlardı, bu geminin tayfaları karayı görebilmek için sonsuza kadar beklemeye hazırdı beyaz bayrakla. Hem Santa Maria'nın yolcuları Amerika'yı keşfetmeye gidiyorlardı, bu geminin yolcuları keşfetmişlerdi Amerika'yı.

Titanik battığında 2224 yolcusundan 711'i hayatta kalmayı başarmıştı, birinci sınıf bileti olanların filikalara binmesine izin verilmişti çünkü. Bu geminin 600 yolcusu arasında sınıf farkı yoktu. Bir yolcu dahi filikaya bindirilmese kurtulmayı kabul etmiyorlardı.

Sebastian Brant'in XV. Yüzyılın Avrupa nehirlerinden ödünç aldığı Deliler Gemisi/ Narrenschiff, Deliler Cenneti'ne giden kaçıkları taşıyordu, günahların hasta ettiği bir toplumun sularında. Gemi, batmadan önce ahlaksızlığın kol gezdiği "Bolluk Ülkesi"nin limanına giriyordu. Deli gibi seviniyordu deliler. Kitabın sayfalarından toz kalkıyordu alkışladıklarında. Bu gemiyi ise hiçbir sanatçı taşımadı henüz kitabına. Aklın safralarını attıkları için "Deli" denilse de onlara, belli ki akıllıydılar. Çünkü cennete değil cehenneme gidiyorlardı cennet yükleriyle.

Hadi kitabı yazılmadı henüz bari resmedilebilseydi. Fakat ressamların tuvallerini çaldılar. Fırçalarını derdest edip attılar gemiden. Flaman Ressam Hieronymus Bosch'u mezarından kaldırıp toplumun her düzeyinde delilerle dolduracağı yeni bir "Deliler Gemisi" sipariş ettiler ona. Denizaltıların, savaş muhriplerinin ve helikopterlerin ablukaya alacağı bir gemi.

Krallar kendilerinden izinsiz yüzmesini istemezler gemilerin. Dermesil de kraldı ve deniz bir yana karadaki gemiyi ateşe vermek için Hz. Nuh'un yanında aldı soluğu süvarileriyle.

-Gemini yüzdürecek su nerede!

-O su, senin durduğun yerde. Bulacak seni bekle!

-Bu olmayacak bir şey! Hadi terk edin gemiyi! Yoksa gemiyle beraber yanarsınız!

-Kibri bırak, teslim ol Allah'a!

Ve bir ekmek tandırından su fışkırdı ateş yerine. Haberciler söyledi.

-Tandırdan su fışkırmış olamaz!

-Bu bütün yeryüzünün delinip deşileceğine ve atının ayağının altından su fışkıracağına işarettir!

Kral atını durduğu yerden ayırınca, ayağının altından su fışkırdığını gördü. Yalnız ayağının altından mı! Pis kokulu kaynar sular fışkırıyordu her yerden. Gök, çok geçmeden eşlik etmeye başladı yere. Kırk gün boşandı yağmur. Dağlar kayboldu. Güneş ve ay kayboldu. Gece ve gündüz birbirine karıştı. Siyah dalgalar yükseldi ve Süva', Yağus, Yauk ve Nesr putlarını, Nevz dağından sürükleyip yere indirdi. Hz. Nuh'un gemisi altı ay bütün dünyayı dolaştı azgın suların üstünde. Ve üç kutlu dağdan birinin üzerine bir deniz kuşu gibi kondu. Üç dağ üç nebiyi konuk etti sırayla: Cûdî'de Nuh, Tûr-i Seynâ'da Hz. Musa, Hırâ dağında Hz. Muhammed...

-Bu haftaki kelimen ne?

-Gemi.

-Gemi Türkçe mi?

-Evet, hem de eski Türkçe. Oğuz diliyle "Kemi."

-Hangi gemiyi anlattın bize?

-Küreklerini omuzlarına almış, liman liman forsalık yapacakları bir gemi arayanların sevmediği gemiyi.

-Sen seviyor musun bu gemiyi!

- Çok.