11 Kasım 2012 Pazar

otuzüç yan iki açar.


hayatım boyunca şanslı olduğumu düşündüm. 
okuduğum okuldan, sınıfımdaki arkadaşlara, ilkokulda da lisede de seçilmiş şanslı insanlardık biz.
en azından öyle hissederdik.
herneyse üni. de şansım yaver gitmeye devam etti, kolay ödevler bana denk gelir, sınav çalıştığım(!) yerden çıkar, hiç alakam yokken hocanın doktora tezine ben yardım ederim(tamam bu biraz amelelik ama az buçuk, hiç yoktan, gelir.) derken spora yazılmaya gittiğim de 'bizimle çalışmak ister misiniz?' derler en ufak nöronumun ucundan geçmemişken kendimi işe alınmış bulurum.
karakter analizi yapan hatun merak etme ömrün boyunca şanslı olucaksın dedi bana.
inandım.
inandığım için olur sandım.
taa ki perşembe günü okey oynarken ilk elde elimde okey olmadıını farkettim, neyse ortadan çekerim düşüncesiyle 2 3döndük ne okey var orta da ne per. bi terslik vardı. o an dedim, bitti. buraya kadarmış. okey nası bana gelmez lan.

hakkat geçen perşembeden beri şansım yaver gitmiyo sanki. zaten kasım ayındayız ne bekliyorum ki.
biliyosunuz kasımdan hiç hoşlanmam.
her neyse canımı sıkıyo bunlar hep.
okeyi ciddiye alıp taş çalınca köpüren arkadaşlarımda canımı sıkıyo.
ben aslında seviyorum insanları. aklımda onlar için hep güzel şeyler yapıyorum. ama bi türlü fırsatım olmuyo, yeminle olmuyo.
bugün dedi ki, 4yıldır bi kuru çayını mı gördük. haklı.
ben düşünceli bi insan değilim arkadaşlar çok pardon.
daha doğrusu düşünüp icraate geçemeyenlerdenim napalım.
yani beni muhtemelen sevmiyosunuzdur. diymi.
çıkarcı mıyım ha? bu mu yani. 
muhtemelen anam babam da pek sevmiyodur, onlara da bi hayrım dokunmuyo sonuçta. 
geçelim. 
şansız olduğum diğer konuda stajlar. nazlı denen iki kulaklıdan sonra stajlarda ki aşkım şevkim moralim yerle bir. 
staj gruplarımda genelde berbat oluyo. kusura bakmayın grup arkadaşlarım biliyorum siz de bana bayılmıyosunuz.

"tek tabanca" ne çekici kelime grubu be.
lakin olayı bana göre değil napayım. yoksa hala olur muydum buralarda. 
beceremem ki diymi. tek başıma.
işte size öyle geliyo.
neler yapabildiğinizi bildiğinde insanlar, sürekli beklenti içine girerler. 
bakın bana. üşengeç, armut piş ağzıma düş bi insanım diymi.
evet. evet. 
peki benden bişi bekliyo musunuz. hayır. 
hayır işte alışamamışsınız hala. bekliyosunuz.
ben üzülüyorum aslında. 
omuzlarım tutulmuş zaten.

sonuna kadar okuduysanız helal olsun valla. ben bile ikinci kez okumayı düşünmüyorum.
tamam tamam sövmeyi kesin. sustum. 

iş hayatını hiç sormayın. ben büyüyünce çalışmayı düşünmüyorum zaten. 

21 Temmuz 2012 Cumartesi

çünkü insanın kendini bile sevmediği zamanları vardır.

beyaz bi kağıdı, ucu yeni açılmış bi kalemi bile hak etmediğini düşündüğü,
üç dakikada yaptığını, üç günde aklının almadığı,
yorganı onu sarıp yok etsin istediği,
terliklerinin birer kara deliğe dönüşüp sonsuz bi boşluğa adım atmak istediği zamanlar vardır.

bu kadar bulanıkken zihni, kendi midesi bile bulanırken kendinden,
özünde bile iyi bi çocuk değilken,
mutlak bi sevgiye ihtiyaç duyar.

çünkü insanın kendini bile sevmediği zamanları vardır.

kendini sevmediği zamanlarında insan, başkalarının kendini sevme ihtimalini düşünmez bile,
çevresindeki tüm bu sevmeleri sahtelikle suçlar.

zaten 'suçlamak' kendi üzerinde edindiği tecrübeler sonucu en iyi yaptığı şey halini almıştır.
/iyi yaptığını sanmak/

iyi yazdığını sanan dingillerle dolu dünya, der.
başta kendine kızar ve kapatır defteri.

tırnaklarını yiyen bi kızdan kime ne.

31 Mayıs 2012 Perşembe







beynim eskidi şunu öğrenene kadar.
hayalini göremiyolar işte, yapıp gösterceksin arkadaş.

25 Mayıs 2012 Cuma

kivi -_-

Aslında Kivi çok efendi bir meyve ama nedense kendini tam olarak ifade edemiyormuş gibi geliyor bana hep. Domates mesela, altı üstü bi menemen olabiliyor diye halkın içinden çıkmış kahraman muamelesi görüyor ama Kivi’ye karşı hepimizin biraz önyargısı var, bu da bir gerçek. 
Şunu kabul edelim ki, hepimiz elitist bir hava sezinliyoruz Kivi’de, halk çocuğu olmaz senden diyoruz, ‘hadi ordan tropikal’ diyoruz, ağır konuşuyoruz hep Kivi’ye. 
Oysa o da istemez miydi, bu toprakların çocuğu olmayı, buralarda yetişmeyi, halkına hizmet etmeyi, en kötü bi menemen olabilmeyi… 
Efkarlandım yine lan. Kivileri çok üzüyoruz.

Bağımsız kivi insiyatifi, #Kivileryalnızdeğildir# 

Not: -Kivi kelimesinde bi mesaj var bence, Kivi’yi kaldır yerine şunu koy ve tekrar oku bir çağrışım oluyor gibi sanki- demeyin, o kadar ironi bünyeye de zarar, memlekete de.


Güven Adıgüzel'indi dimi ya.


kivi deyince aklına meyve değil de kuş gelen insanları severim.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

gemi

Deniz insandan eskidir. Şaşırtmıştır insanı. Ağaçlara, derilere, katranlara sürmüştür. Önce tomrukları birleştirerek sallar yapmışlar, daha sonra ağaç gövdelerini oyarak ilk kayıkları suya indirmişler, yelkeni keşfettiklerinde ufuk çizgisiyle yarışmaya başlamışlardır.

Ufuk çizgisi evet, peşine düşenlerle alay etmiştir hep. Göz göre göre gökle denizi buluşturarak, kıtaları birleştirme düşleri kuran denizcilere büyük gemi düşleri kurdurmuştur. Gemiler gitgide büyümüş, gövdesinden direkler, buharlar fışkırmaya başlamıştır. Ahşap kifayetsiz kalmış, demir toprağın dinginliğinden denizin coşkunluğuna akmış, kürekler yerini çarklara, çarklar yerini pervanelere bırakmıştır.

"Meçhul"e değil "malum"a giden bir gemiyle tanıştı dünya, İspanyol Armadası'nı kıskandıran. Küreklerini omuzlarına almış, liman liman forsalık yapacakları bir gemi arayanlar bu gemiyi sevmediler. Çünkü bu gemiyi insanlar taşımıyordu sırtlarında, gemi taşıyordu insanları.

Robinson Crusoe, gemisi battığında ıssız adaya düşmüştü, bu geminin yolcuları yolculuğa çıkmadan önce de ıssız bir adadaydılar. Crusoe, adaya çıktığında Cuma'yla tanışmıştı. Bu geminin yolcularıysa Cuma'yı önceden tanıyordular.

Kolomb'un tayfaları vaat edilen süre içinde karaya çıkamadıkları için isyan bayrağını kaldırmışlardı, bu geminin tayfaları karayı görebilmek için sonsuza kadar beklemeye hazırdı beyaz bayrakla. Hem Santa Maria'nın yolcuları Amerika'yı keşfetmeye gidiyorlardı, bu geminin yolcuları keşfetmişlerdi Amerika'yı.

Titanik battığında 2224 yolcusundan 711'i hayatta kalmayı başarmıştı, birinci sınıf bileti olanların filikalara binmesine izin verilmişti çünkü. Bu geminin 600 yolcusu arasında sınıf farkı yoktu. Bir yolcu dahi filikaya bindirilmese kurtulmayı kabul etmiyorlardı.

Sebastian Brant'in XV. Yüzyılın Avrupa nehirlerinden ödünç aldığı Deliler Gemisi/ Narrenschiff, Deliler Cenneti'ne giden kaçıkları taşıyordu, günahların hasta ettiği bir toplumun sularında. Gemi, batmadan önce ahlaksızlığın kol gezdiği "Bolluk Ülkesi"nin limanına giriyordu. Deli gibi seviniyordu deliler. Kitabın sayfalarından toz kalkıyordu alkışladıklarında. Bu gemiyi ise hiçbir sanatçı taşımadı henüz kitabına. Aklın safralarını attıkları için "Deli" denilse de onlara, belli ki akıllıydılar. Çünkü cennete değil cehenneme gidiyorlardı cennet yükleriyle.

Hadi kitabı yazılmadı henüz bari resmedilebilseydi. Fakat ressamların tuvallerini çaldılar. Fırçalarını derdest edip attılar gemiden. Flaman Ressam Hieronymus Bosch'u mezarından kaldırıp toplumun her düzeyinde delilerle dolduracağı yeni bir "Deliler Gemisi" sipariş ettiler ona. Denizaltıların, savaş muhriplerinin ve helikopterlerin ablukaya alacağı bir gemi.

Krallar kendilerinden izinsiz yüzmesini istemezler gemilerin. Dermesil de kraldı ve deniz bir yana karadaki gemiyi ateşe vermek için Hz. Nuh'un yanında aldı soluğu süvarileriyle.

-Gemini yüzdürecek su nerede!

-O su, senin durduğun yerde. Bulacak seni bekle!

-Bu olmayacak bir şey! Hadi terk edin gemiyi! Yoksa gemiyle beraber yanarsınız!

-Kibri bırak, teslim ol Allah'a!

Ve bir ekmek tandırından su fışkırdı ateş yerine. Haberciler söyledi.

-Tandırdan su fışkırmış olamaz!

-Bu bütün yeryüzünün delinip deşileceğine ve atının ayağının altından su fışkıracağına işarettir!

Kral atını durduğu yerden ayırınca, ayağının altından su fışkırdığını gördü. Yalnız ayağının altından mı! Pis kokulu kaynar sular fışkırıyordu her yerden. Gök, çok geçmeden eşlik etmeye başladı yere. Kırk gün boşandı yağmur. Dağlar kayboldu. Güneş ve ay kayboldu. Gece ve gündüz birbirine karıştı. Siyah dalgalar yükseldi ve Süva', Yağus, Yauk ve Nesr putlarını, Nevz dağından sürükleyip yere indirdi. Hz. Nuh'un gemisi altı ay bütün dünyayı dolaştı azgın suların üstünde. Ve üç kutlu dağdan birinin üzerine bir deniz kuşu gibi kondu. Üç dağ üç nebiyi konuk etti sırayla: Cûdî'de Nuh, Tûr-i Seynâ'da Hz. Musa, Hırâ dağında Hz. Muhammed...

-Bu haftaki kelimen ne?

-Gemi.

-Gemi Türkçe mi?

-Evet, hem de eski Türkçe. Oğuz diliyle "Kemi."

-Hangi gemiyi anlattın bize?

-Küreklerini omuzlarına almış, liman liman forsalık yapacakları bir gemi arayanların sevmediği gemiyi.

-Sen seviyor musun bu gemiyi!

- Çok. 

17 Mayıs 2012 Perşembe

pröfösörden iyi mi bilicez, yaz, la yaz.



”Yaşının ilerlemesi nedeniyle dini inançlarına uygun olarak sade bir şekilde sakal bırakmış kişiler ile yaşlı annelerden yüzü açık olacak şekilde eşarplı olanların dışında; sakallı, cüppeli, sarıklı, takkeli, türbanlı vb. çağdaş olmayan kıyafetlerle gelenler, günlük sakal traşı olmamış ütüsüz ve kirli elbiselerle gelenler, yabancı uyruklu kişiler ordu evine giremezler.” 
Ordu evlerine giriş sırasındaki kılık ve kıyafetleri düzenleyen yönetmeliğinde yıllardır yazılı olan ifade bu imiş.
Mevzuat dersinde hoca yönetmeliğe karışıcak kimse yok arkadaşlar, kafanıza göre düzenleyebilirsiniz, kuruluş istediği kadar saçmalayabilir demişti de yok artık demiştik.
şimdi cümle cümle ele alıcak olursak,

Yaşının ilerlemesi nedeniyle dini inançlarına uygun olarak sade bir şekilde sakal bırakmış kişiler ile yaşlı annelerden yüzü açık olacak şekilde eşarplı olanların dışında; 

- yaşın ilerlemeden(!) dini inancına uygun yaşatmayız seni.
- evet, evet. eminiz sen de yaşalanıcaksın, genç insanlar ölmez.
- ölmiycen dedik ya, gençken hayatını yaşa, yaşlanınca dinine uygun bişeyler yaparsın işte.
- ‘sade sakal’ diye bişey var. hem uyurken o kucak dolusu sakalları yorganın altına mı koyuyosunuz üstüne mi? (sizi düşünüyoruuz)
- annem aç yüzünü aaç. mümkünse kolunu bacağını da.. Dvitamini alamıycan kemiklerin eriycek, osteoporozdu, osteomalaziydi.. sen hastalanma diye hakkaten.

sakallı, cüppeli, sarıklı, takkeli, türbanlı vb. çağdaş olmayan kıyafetlerle gelenler, 

- türbanla başörtüsünün/tesettürün ayrımını yapmayı bilmiyoz biz.
- cüppe mezuniyette giyilince çağdışı olmaktan çıkıyo bilesiniz.
- lan biz çağdaşın da anlamını bilmiyoz galiba.


günlük sakal traşı olmamış ütüsüz ve kirli elbiselerle gelenler, yabancı uyruklu kişiler ordu evine giremezler.

-  dur la çaktırma. ekle, ekle, ütülü, temiz, düzgün adam ahıllı..
- pröfösörden iyi  mi bileceksiniz. bah almıyo adam işte kapalıyı hödöö. http://bit.ly/L9aa6u
Artık bu ifadeler ordu evlerine giriş sırasındaki kılık ve kıyafetleri düzenleyen yönetmeliğinden kaldırılmış diyolla. 
bakalım uygulamada ne gibi değişiklikler olucak?
kapıda, bonenizi çıkarır, babaannem gibi fiyonk yaparsanız girebilirsiniz derken kendini tutamayıp gülen herifler yine gülebilicek mi?

7 Mayıs 2012 Pazartesi

olmayan birine, ama ve lakin



seni sevdiğimi tabii ki söyleyemem. 
ama hareketlerim bana, aklıma, itiraz eder cinsten.
hep bileyim istiyorum, ne yapıyorsun?
ama çaba harcamadan, sahip olduğum şeylerin ne yaptığını bilircesine.
gözlerimi alamıyorum, görmek istiyorum,
ama saate bakar gibi.hepimizin bi gözü saatte değil mi?
kim saati sevdiğimi söyleyebilir ki?
aklımın bi köşesini meşgul etmekte üzerine yok,
ama mutfaktaki bulaşık da hep, hep, hep, aklımda.
bulaşığı kim sevmiş ki ben seveyim?
seni de aynı şekilde.
gideyim de şu bulaşığı yıkayım. makineye dizicem nede olsa. herşeyin kolayı varken. ‘ama’lar kimseye yasaklanamaz. elmalar sevsin seni.

19 Nisan 2012 Perşembe




evet,
sabah sekizde uçağım vardı ve eşyalarım okulda kilitli kalmıştı.
okulun etrafında dört dönüp açık kapı pencere bişeyler aradm ama nafile.
kapıya vurdum defaatle ama anlaşılan içerde eşyalrımdan başka kimsecikler yoktu. (evet eşyalarımı adam yerine koyuyorum.)
kampüsteki lojmanlarda oturduğunu bildğim bi hocamız var, ilkokul arkadaşlarımdan ötürü lojmanlara hakimim. 
gittim hocanın kapısını çaldım. sevgili doçentimiz, aa kübra! diyerek  mutfak önlüğüyle karşıladı beni.
e tuhaf duygu.
derdimi anlattım, okul sekreternin diğer blokta oturduğunu onda okulun anahtarının olduğunu söyledi.
okul sekreterinden de pek haz etmem işleri hep yokuşa sürer.
neyse, kızı açtı kapıyı, kimsiniz dedi işte okuldan öğrenci falan fistan..
adama kitli kaldı eşyalarım yola çıkıcam yarın demeye kalmadan çeketini aldı kapıyı çekti, arabasına bindik okula geldik zaten 100mt yer de neyse :D
kapıyı açtı eşyalarımı aldım çıktım. adam bi mütevazı bi daha mütevazı bende bi o kadar şaşkınım tabii.
işte eşyalarıma kavuştum. yarın inşaallah 8de yolculuk var. bugün başıma daha bi ton olay geldi ama uyumam lazım ki uçağı kaçırmayım. 
polis arabasına bindim, ne bileyim olmayan bi yerin adresni sordum ve daha ilginici çok güzel tarif edenler oldu felan :D neyse hadi hepimizi iyi geceler.
istanbul istanbul. 

15 Nisan 2012 Pazar

kafalar karışık




”Düşünüyorum, öyleyse varım.
Oldukça makul.
Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum.
Düşündüğümü bildiğim için, ben varım.
Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum.
Böylece o da benim kadar gerçek oluyor.
Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor.
Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum.
Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.”

10 Nisan 2012 Salı



Pardon, ben kedi merdiveni satıyorum, evin kedisi ile görüşebilir miyim?

11 Mart 2012 Pazar

diyecektim, demedim.


Şiir düzenimi bozdu benim
Diyecektim demedim...

Seni öpmem gerekiyor,hasar tespiti için
Diyecektim,demedim


Bu kadar mezarın arasında ne büyür 
 Diyecektim,demedim


Kendini saraylı sanan ey benim keyfim 
Diyecektim,demedim


Siperi yerinden edecek bir şey 
Diyecektim,demedim...


Ben de buranın yabancısıyım 
Diyecektim,demedim


Açılır kapılar,elimiz açılırsa 
Diyecektim ,demedim


Güneş girmeyen sektör dergilerinden Sakınır gibi sakındım sizden 
Diyecektim,demedim


Gözü üstümde bir dolu insan
Diyecektim,demedim


Senin yanında ömrüm uzuyor 
Diyecektim,demedim


Diploman olmasa da severdim seni
Diyecektim,demedim


Şiirler yazdım zoruma gitsin diye 
Diyecektim,demedim

Gıda reyonunda çalışanlarNiçin bu kadar zayıflar 
Diyecektim,demedim


İsmini bilmediğim insanlar Dostlarımdan daha yakınlar bana
Diyecektim demedim


Bir ölüm kaldı özü sözü bir
Diyecektim,demedim


Sen böyle güzelken söz düşmez
Diyecektim,demedim


İşsiz kalmış sokaklar bile
Diyecektim,demedim


Uykumu aldım da geldim ben sana
Diyecektim,demedim


Hani nerde bu denizin dalgası 
Diyecektim,demedim...

İbrahim Tenekeci / Uçuş Denemeleri

29 Şubat 2012 Çarşamba

başlığımız yok bizim




- insanı çabuk sever, resmi aheste çizerdim..

+ insanı hemen sever, resmi çabuk çizerdim…

- şekersiz ve sırf saygıdan içerdim çayı.

+ çayı açık içerdim gözlerini görmek için

- ‘bak buraya yazıyorum diye milyar kelimeyi ziyan edende bendim’
kaç farklı otobüse bindim, takip ederken kokunu.

+ kaç otobüs kaçırdım
duraklarda
belkı gelirsin diye 
ama
gelmeyeceğini de bilerek
bekledim…
nerde kaldınsa
yoksun…
gelmedin hala
eve gidiyorum ben 
dondum
gelince ara.

- fazla tutan şu hoca ve kaçırdığım otobüsler,
az önce suratıma çarpan sıcaklık, uçuşan karlar arasında
bulurdum seni kalmış olsa ayak izin, 
annem çorba yap diyo, içer misin?

+ içerim elinden sen iste 
çorba
bayat çay da
ama hazır olmasın çay da çorba da
hicbir şey istemem hazır yapılınca
emek ve yürek gerek, yapılan her ne olursa
unutmadan
nanesi bol ola

- sallandıracaksın üç beşini kaynar suya
bak bi daha demleniyolar mı demliksiz.

28 Şubat 2012 Salı

Bilin ki, bir kez daha kaybetmişizdir.



Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse,

Beceriksiz adımlarla yürüyen bir kıza rastlarsanız. Sanki düşecekmiş gibi, sanki ayakları birbirine dolaşacakmış, bir yere takılacakmış gibi. Merdiven kollarını sıkı sıkı tutuyorsa. Aceleyle yürüyorsa mesela. Kalkacak son vapura, son trene yetişecekmiş gibi hızlı atıyorsa adımlarını. Yere, toprağı incitecekmiş gibi basıyorsa, yer çatlayacakmış gibi ürkek atıyorsa adımlarını. Şaşkınsa bir masaldan şehre düşmüş gibi.
Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse…
Utangaç bir kız yüzüyle karşılaşırsanız, başını yerden kaldırmıyorsa. Gözlerine hüzün düşmüşse. Karanlık değmişse bakışlarına. Gece gökyüzünü seyretmekten ay ışığının izi kalmışsa yüzünde. Gözlerinden yıldızlar dökülüyorsa mesela. Nereye baktığı anlaşılmıyorsa. Her şey gözlerinde kayboluyorsa. Kirpiklerine yakamozlar takılmışsa. Gözleri denize bakan bir balıkçının gözleri gibiyse.
Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse…
Genç gürültülerin arasında sessiz bir kıza rastlarsanız, kalabalığın ortasında bir sükut yürüyorsa. Tam konuşacakken dudakları titriyorsa, saklaması gereken bir sırrı taşıyormuş gibi. Bir ortaçağ bilgesinin susuşu gibiyse sessizliği. Henüz evrenin yaratılmadığı zamanlardan kalma bir sükutsa mesela. Bir Hint hikayesinin tanrısal suskunluğunu taşıyorsa.
Eğer bir gün yolunuz bir üniversiteye düşerse…
Saçlarını taramayı becerememiş bir kızla karşılaşırsanız. Konuşurken saçlarını savurmuyorsa. Sıkı sıkıya tokalarla yapıştırmışsa saçlarını. Uyumsuz kıyafetler varsa üzerinde. Yakıştırmasızca giydiklerini. Güzelliğinden utanıyorsa mesela. Yaz sıcağında boğazlı bir kazak giymişse. Bir pardesü giyip yün bir başlık takmışsa kafasına. Ya da modası geçmiş bir şapka takıyorsa. Ellerini sürekli başına götürüyorsa, saçlarını tıkıştırıyorsa şapkasından içeri. Ürkekse, bir başınaysa…

Bilin ki o kız, başörtülü bir kızdır.

Bilin ki, bir kez daha kaybetmişizdir.

Tarık Tufan